30 Nisan 2013 Salı

YÖNETİCİ ATAMADA BAŞKA TASLAKLAR DA VAR!


28 Şubat tarihinde yayınlanan yönetmelikle ilgili tartışmalar sürerken başta Sayın Avcı'dan olmak üzere yeni bir yönetmelik hazırlandığı şeklinde açıklamalar geldi.

Dün bazı eğitim sitelerinde yeni bir yönetici atama yönetmelik taslağı yayınlandı. Bu yönetmelik taslağı şu an Milli Eğitim Bakanlığı Müsteşarı Sayın Zararsız’ın masasında bekleyen birkaç yönetmelik taslağından biri sadece.

Geçen hafta Kırşehir’de bulunan MEB müsteşar yardımcısı Salih Çelik alternatifli yönetmelik taslağı hazırladıklarını ve Bakan Bey’e sunduklarını, Bakan Bey’in de ‘Bir de Müsteşar incelesin.’ diyerek taslakları Müsteşar Bey’e gönderdiğini açıklamış. Sohbette bulunan yöneticilerin soruları üzerine Sayın Çelik, bu taslakların bir tanesinin de GİH ve eğitim öğretim sınıfı dahil tüm taşra yöneticilerini kapsayan bir yönetmelik olduğunu söylemiş.

Eğitimciler, Müsteşar Bey’in yönetmeliklerden en uygununu tespit edip yayınlamasını bekliyorlar. Sayın Müsteşar’ın kendisinin görevde kalıp kalmayacağının tartışıldığı bir ortamda böylesine önemli bir konuda kendisinden kritik karar beklemek ne kadar sağlıklı olur o da tartışılır.

Basına dün yansıtılan taslak aslında bir yönüyle ‘ölümü gösterip sıtmaya razı etmek’ kabilinden bir yönetmelik. İçinde mülakat olan bir yönetici atama yönetmeliğin mevcut durumda suiistimallerden uzak kalmasını beklemek hayal olur. Ancak gerçekçi de olmak gerekiyor ki mülakat en üst perdeden dillendirilen ve hükumetin de arkasında olduğu bir uygulama ve kolay kolay vaz geçilmeyeceği bilinmeli. Danıştay’ın da mülakata cevaz veren kararlarının bulunduğu değerlendirildiğinde mülakattan kaçış olmadığını söylemek yanlış olmaz.

Sadece 28 Şubat yönetmeliği ve dünkü taslak karşılaştırıldığında olumlu düzenlemeler bulunduğunu ve detaylarını zaman içerisinde sizlerle paylaşacağımı ifade etmek isterim.
Metin KOÇER
metinkocer06@gmail.com

29 Nisan 2013 Pazartesi

BEN O MİNİK ÖĞRENCİLERE ÜZÜLÜYORUM!


Olacak şey değil.

Sayın Başbakan’ın SBS’yi kaldırın talimatından sonra birçok eğitimci bunun mümkün olamayacağını ifade etmişti.

Ancak Bakanlık bürokratları sırf Sayın Başbakan’ın lafı yerde kalmasın diye arayışa girmişler.

Bakanlık; testin yanında açık uçlu soru, öğrenci dosyası, her yıl okul tarafından genel kurallara göre sınav yapılması uygulamalarını dikkate alarak yeni bir model belirleyecek.

Bu, yeni ve ‘açık uçlu’ bir tartışmayı tetikler.

Yazılı, sözlü, çoktan seçmeli, açık uçlu, kısa cevaplı, doğru- yanlış, eşleştirme gibi çeşitli yöntemlerle ölçme yapılabilir. Buradaki amaç öğrencilerde istenilen davranış değişikliği sağlanmış mı, öğrencilerin gelişim düzeyi ne durumda bunları tespit etmektir.

Açık uçlu-bir yönüyle ‘klasik’- sınavın 1,5 milyon öğrenciye uygulanması ne kadar mümkün olur çok tartışılacak.

Ortalama bir ölçme değerlendirme çalışmasında yazılı sınavın sakıncaları şu şekilde sıralanır:

Yazılı  Yoklamaların Yetersizlikleri:

1.      Soru iyi sınırlandırılmadığında çok farklı cevaplar verilmekte, bu da puanlamada güçlük oluşturmaktadır.  Verilen cevabı kesin doğru, kesin yanlış diye ayırmak mümkün olamamaktadır.
..

3.      Puanlamada sistematik ve tesadüfi hataların yapılması olasılığı yüksektir.

4.  Puanlar üzerinde gerçek anlamda istatistiksel işlemler yapmak güçtür. Çünkü puanlamadaki öznellik, madde analizlerini ve bu analizlere dayalı değerlendirmeleri zorlaştırır.

(Kaynak: EĞİTİMDE ÖLÇME VE DEĞERLENDİRME Yrd. Doç. Dr. Ali TEMEL)

Bu durumda tartışmalarda uzak, net ve sade bir sınav yapmak ne kadar mümkün olacaktır?

Test sınavında bile her yıl birkaç soru tartışılırken bu yeni sistem işi arapsaçına çevirecektir.


Asıl önemli olan husus da şu ki: SBS’nin kaldırılmasındaki amaç öğrencilerin sınav stresinden uzaklaşmaları değil miydi?

Velilere göre; eski sistemle dershane vacipse yeni sisteme göre farz olacaktır.

Çok erken yaşlarda dershaneyle tanışan çocuklar yeni sisteme göre hazırlanan soru kitaplarında bu kez çoktan seçmeli yerine doldurmalı ve açık uçlu sorular çözecekler.

Allah’ınızı severseniz oynamayın şu sistemle. Mevcut durum olabilenin en iyisi.

Bir ölüyü bile fazla yıkamazlar!!!

Metin KOÇER

Metinkocer06@gmail.com        

28 Nisan 2013 Pazar

HÜKUMET DAHA NE BEKLİYOR?

Eğitim Bir Sen’in serbest kıyafetle işe gitme eylemi sürüyor. Bir kısım erkek öğretmenlerin kravatsız olarak takım elbise giymekten dolayı rahatsız oldukları ve eylemin bir an evvel netice alınarak sonuçlanmasını istedikleri biliniyor. Birçok erkek öğretmen de kravat takmamaktan dolayı rahatsız oldukları için eyleme katılmıyor.

Danıştay’ın başörtülü avukat kararından sonra Anayasa Mahkemesi Başkanı Kılıç’ın bu karara uyulmasıyla ilgili çağrısı konunun hukuki olarak netleştiği anlamına gelir.

Dolayısıyla hükumetin yapması gereken hamle artık elzem hale gelmiştir.

Kamu Kurum Ve Kuruluşlarında Çalışan Personelin Kılık Ve Kıyafetine Dair Yönetmeliğin 5. Maddesi şöyledir:

Madde 5- 2 nci maddede sözü edilen personelin kılık ve kıyafette uyacakları hususlar;

a) (Değişik: 3.1.2002/24629 RG) Kadınlar;

Elbise, pantolon etek temiz, düzgün, ütülü ve sade, ayakkabılar ve/veya çizmeler sade ve normal topuklu, boyalı, görev mahallinde baş daima açık, saçlar düzgün taranmış veya toplanmış, tırnaklar normal kesilmiş olur. Ancak bazı hizmetler için özel iş kıyafeti varsa görev sırasında kurum amirinin izni ile bu kıyafet kullanılır.
Kolsuz ve çok açık yakalı gömlek, bluz veya elbise ile strech, kot ve benzeri pantolonlar giyilmez. Etek boyu dizden yukarı ve yırtmaçlı olamaz. Terlik tipi (sandalet) ayakkabı giyilmez.

b) Erkerler;   
                                       
Elbiseler temiz, düzgün, ütülü ve sade; ayakkabılar kapalı, temiz ve boyalı giyilir. Sandalet veya atkılı ayakkabı giyilmez. Bina içinde ve görev mahallinde baş daima açık bulundurulur. Kulak ortasından aşağıda favori bırakılmaz. Saçlar, kulağı kapatmayacak biçimde ve normal duruşta enseden gömlek yakasını aşmayacak şekilde uzatılabilir, temiz bakımlı ve taranmış olur. Her gün sakal tıraşı olunur ve sakal bırakılmaz. Bıyık tabiî olarak bırakılır, uzunluğu üst dudak boyunu geçemez, üstten alınmaz, yanlar üst dudak hizasında olur, alt uçları dudak hizasından kesilir. Kravat takılır, kravatı örtecek şekilde balıkçı yaka veya benzeri süveterler giyilmez. Hizmet gereğine uygun olarak verilmişse tek tip elbise giyilir.

(Değişik : 07/08/1991-91/2048 B.K.K.) Bina içinde gömleksiz, kravatsız ve çorapsız dolaşılmaz.

Bu madde şu şekilde değiştirilebilir:

Madde 5- 2 nci maddede sözü edilen personelin kılık ve kıyafette uyacakları hususlar;
a) (Değişik: 3.1.2002/24629 RG) Kadınlar;

Görev mahallinde yüz tamamen görünecek şekilde daima açık olur. Ancak bazı hizmetler için özel iş kıyafeti varsa görev sırasında kurum amirinin izni ile bu kıyafet kullanılır.
Kolsuz ve çok açık yakalı gömlek, bluz veya elbise ile strech, kot ve benzeri pantolonlar giyilmez. Etek boyu dizden yukarı ve yırtmaçlı olamaz. Terlik tipi (sandalet) ayakkabı giyilmez.
b) Erkerler;      
  
Elbiseler, ütülü ve sade; ayakkabılar kapalı ve boyalı giyilir. Bina içinde ve görev mahallinde baş daima açık bulundurulur. Sakal bırakılmaz. Kravat takılır. Hizmet gereğine uygun olarak verilmişse tek tip elbise giyilir.

(Değişik : 07/08/1991-91/2048 B.K.K.) Bina içinde gömleksiz, kravatsız ve çorapsız dolaşılmaz.

‘Temiz, düzgün’ gibi ifadeler memurları rencide edecek derecede detaylardır. Bu tür ifadeler kesinlikle mevzuattan çıkarılmalıdır.

Ayrıca erkekler için detaylı bıyık tarifi de komünist veya faşist rejimleri çağrıştıran gereksiz ayrıntılardır.
Kısaca bu saçmalıklara ve karmaşaya bir an önce son vermek hükumetin en öncelikli görevi haline gelmiştir.

Metin KOÇER
metinkocer06@gmail.com

23 Nisan 2013 Salı

SİYASETE BULAŞAN BİR MÜDÜR PORTRESİ


Anamur İlçe Milli Eğitim Müdürü Aziz Dağıstan 23 Nisan ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı münasebetiyle düzenlenen törende bir konuşma yapmış  ve: "Bu ülkeyi bir Osmanlı askeri olan Mustafa Kemal Atatürk kurtarmıştır. Çanakkale Savaşları'nda doğusundan batısına, güneyinden kuzeyine tüm insanlarımızın birlikte verdiği mücadele ile 250 bin şehit vererek kazandık. Şimdi o şehit atalarımız yan yana yatıyor. Mustafa Kemal Atatürk'ün kurduğu ve milletin iradesini temsil eden TBMM günümüze kadar sık sık atanmışlarla yönetilmeye devam etti. Biz hep '23 Nisan mutlu oluyor insan' diyerek 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı'nı kutlamayı sürdürdük. Türkiye Cumhuriyeti 1950'lere kadar tek parti ile yönetildi. Çok partili dönemin yaşanmaya başlandığı 1950'lerde Türkiye Cumhuriyeti'nin seçilmiş siyasetçileri yargılanmaya başlandı. 1960'larda kimileri idam edildi. Biz yine, '23 Nisan mutlu oluyor insan' demeye devam ettik. Oysa kimse mutlu olmuyordu. 1970'lerde bu karanlık güçler, gençlerimize el attı. Sağ sol kavgaları, sokaklara taştı. Birçok gencimiz sokaklarda yaşamını yitirdi. Şimdi 30 yıldır Çanakkale Savaşları'nda birlikte mücadele verdiğimiz kardeşlerimizle bir kavganın içerisine girdik. Kavgayla hiç kimse bir yere varamaz. Artık TBMM'nde seçilmişlerin bu ülkeyi birlikte yönetme zamanıdır. Kimse artık bunun önüne geçemez" demiş.
Bu konuşma üzerine CHP ilçe teşkilatından bir yetkili de konuşmayı ‘siyasi içerikli’ olduğu gerekçesiyle eleştirip ilçe müdürünün üzerine yürümüş.

Biz de bu konuşma üzerine genel bir tahlil yapalım dedik:

1-      Öncelikle eski yönetmelikte illerde il müdürleri, ilçelerde de ilçe müdürleri konuşma yapmak zorundaydı. Yeni yönetmelikten bu hüküm kaldırıldı. Bakan’ın bile sadece mesaj yayınlaması düzenlendi. Kısaca ilçe müdürünün konuşma yapma zorunluluğu yoktu.

2-      Diyelim ki konuşmayı uygun görmüş Aziz Dağıstan. Ey müdürüm seni ne ilgilendirir tek partili dönem, seçilmişler, atanmışlar. Sen ilçe müdürü müsün, Ak partinin ilçe başkanı mısın?

3-      Söylediklerin doğru da olsa –Bence söylenenler doğrudur- bu konuşmayı bırak da siyasiler siyasi ortamlarda yapsınlar. İlla konuşmak mı istiyorsun? Öncelikle katılanların bayramını kutla, dünyada çocuklara armağan edilmiş tek bayram olmasından dolayı günün önemini vurgula, Anamur’un eğitim profilini kısaca özetle, varsa önemli taleplerini ilet, eğitim öğretimin daha iyi hale getirilmesi için ne gibi projelerin olduğunu anlat, teşekkür et ve bitir.

4-      Eğer bir yerlere ‘göz kırpmayı’ kafana koymuş ve illa yağcılık yapacaksan eğitimde yapılan güzel işleri anlat.

5-      Devlet memuru devletin memurudur. Parti memuru gibi davranmak hem memurun kendisini hem de mensup olduğu kurumu yıpratır. Siyasete meraklı memur basar istifayı aday olur. Artık belediye başkanlığına mı milletvekilliğine mi ona kendisi karar versin.

6-      Yıllarca askerin siyasete bulaşmasını eleştiren hatta yukarıdaki konuşmasında bile bunu vurgulayan bir devlet memurunun siyasi temsilci gibi konuşması da büyük bir çelişkidir.

7-      Aslında bu şekilde siyasete bulaşmış şovmen müdürlerin artmasında siyasetin de büyük katkısı vardır. İşini iyi yapanların ağzıyla kuş kapsa yükselemediği, siyasilerin kapısında yatanların kolayca yükselebildiği bir yapıdan ne beklenebilir ki?

8-      Okur mu bilmem ama bir sözüm de Sayın Başbakan Erdoğan’a: Sayın Başbakan’ım, bu tür gereksiz çıkışları sizin de desteklemediğinizi biliyorum. Siyaseti siyasetçilerin yapması gerektiğini, memurun da memurluğunu en iyi şekilde yapması gerektiğini düşündüğünüzü biliyorum. Bir ilçe milli eğitim müdüründen beklentinizin size ve partinize yağcılık yapmak yerine bu memleketin çocuklarına en iyi gelecek hazırlamak olduğunu düşündüğünüzü de. Ancak maalesef il ve ilçe teşkilatlarınız sizin hoşunuza gitmeyecek işler yapıyorlar. Liyakatin sadakate feda edilmesinden dolayı bu şekilde partili gibi çalışan memurlar çoğalıyor. Kurumsallık azalıyor.


Son söz: memur devletin memurudur. Her parti değiştiğinde iki buçuk milyon memur görevden alınacak değildir.

Siyaset nedir, parti nedir, hükümet nedir, devlet nedir? En önemlisi de bunlar arasındaki farklar nelerdir? Bunların iyi anlaşılması gerekiyor.
Metin KOÇER

21 Nisan 2013 Pazar

BAKANLIK YÖNETİCİLERİ SORUNLARI NETLEŞTİREMEDİ


Milli Eğitim Bakanlığı Müsteşar yardımcısı Salih Çelik, Strateji Geliştirme Başkanı Nurettin Konaklı ve İnşaat Emlak Grup Başkanı M. Mustafa Murat geçen hafta Muğla ilinde incelemelerde bulundular. İncelemeler sırasında yapılan toplantılarda Çelik’e yönetici atamayla ilgili son durum soruldu. Duyduğumuza göre ildeki birçok yönetici okullarda idareci boşluğundan ve yönetici atamanın bir an önce yapılmasından bahsettiklerinde Çelik: ‘ Biz yönetmeliği yayınladık, iller atama yapmak için ne bekliyorlar anlamıyorum.’ dedi.
İlginç bir tesadüfle 28 Şubatta yayınlanan yönetmelik o günden beri kıyametler kopmasına yol açmıştı. EBS dahil tüm sendikalar yönetmeliği yerden yere vurdular. Bizler buradan bu yönetmeliğin bu şekilde uygulanamayacağını yazdık. Bakan Bey’e sorulduğunda Bakan Bey: ‘Değerlendirmelerimiz sürüyor, yeni bir çalışma yapabiliriz.’ dedi. O günden beri yönetmeliğin yenilenmesi ve ‘uygulanabilir’ hale gelmesi bekleniyor. Özellikle okul dönüşümlerinden dolayı birçok okul vekâleten idare ediliyor ve yönetici atamanın bir an evvel yapılması şiddetle gerekiyor. Böyle bir durumda ‘iller ne bekliyor anlamıyorum.’ demek iyiden iyiye kafaları karıştırdı. Demek ki MEB ciddi ciddi mevcut yönetmeliğe sahip çıkıyor ve açılacak binlerce davaya şimdiden savunma yazmaya başlayacaklar!
Ayrıca yöneticiler Salih Çelik’e taşra yöneticilerinin rotasyonunu da sormuşlar, Çelik bu soruya: ‘Rotasyon kesin olarak yapılacak ama ne zaman yapılacağı konusunda kesin bir şey söyleyemem.’ demiş.


Yine geçen hafta Erzurum’da Anadolu Öğretmen Lisesi müdürleri seminerdeydi. Seminere Ortaöğretim Genel Müdürlüğü Eğitim Ortamlarını ve Öğrenme Süreçlerinin Geliştirilmesi Grup Başkanı Hülya Ertürk Koç da eğitmen olarak katıldı. Hülya Hanım daha önce Anadolu Öğretmen Liselerinde öğretmen ve müdür olarak görev yaptığı için AÖL müdürleri dertlerini kendisine daha rahat anlatma imkânı buldular. Anadolu Öğretmen Liselerinin ek puanların kaldırılmasıyla fiilen anlamsız kaldığı ve diğer Anadolu Liseleriyle denk duruma geldiği ve buna rağmen neden Öğretmenlik Meslek Bilgisi Derslerinin hala müfredatta yer aldığı sorulduğunda Hülya Hanım: ‘Eğitim derslerinin programda kalmasını özellikle ben çok istedim, bu okulların kapanmasından ben de çok rahatsız olurum. Şu an Bakanlıkta hiçbir şey net değil, Liselerin durumunun ne olacağı, sınavın kaldırılıp kaldırılmayacağı konularını Bakan Bey’den başka kimse net olarak bilemiyor. şeklinde cevaplandırdı.
Diğer Bakanlık yetkilileri de kendilerine sorulan sorularda net cevaplar vermekten kaçındılar. Böyle hayati bir konuda yaşanan bu belirsizlik hem merkez hem de taşra yöneticilerinin önlerini görmeleri konusundaki en önemli engeldir.

Özetle:
1-      En üst düzey yöneticilerin konulara yeterince hâkim değillermiş –en azından yeterli bilgi ve yetkiye sahip değillermiş- görüntüsü taşrayı umutsuzluğa itmektedir.

2-      Mevcut yönetici atama yönetmeliği bu haliyle uygulanırsa telafisi güç sorunlara yol açabilir, hâlihazırda da durum sürdürülebilir değildir. Dolayısıyla derhal yönetmelik değiştirilip yayınlanmalı ve okullara yönetici ataması yapılmalıdır.

3-      Taşra yöneticilerinin bekleyişindeki belirsizlik sona erdirilmeli, en azından isteyenlerin münhal pozisyonlara beklemeksizin atanmaları sağlanmalı ve mağduriyetleri derhal giderilmelidir.

4-      Liselerin ne olacağı, SBS’nin ne şekilde yapılacağı, yapılmayacaksa öğrenci yerleşiminin ne şekilde olacağı derhal netleşmelidir.

Son sözümüz Sayın Avcı’ya: Sayın Avcı, iş sizden bitiyor. Siz sorumluluk almazsanız işler yürümeyecek. Bu Bakanlık özellikle geçen 2 yılda yaşanan dehşet değişimlerden sonra ‘kendi kendine’ yönetilebilir olmaktan çıkmıştır. Doğru, çabuk, hesaplı ve planlı hamleler yapılmazsa iş kaosa gider. Biz yazarız. Şimdi de sonra da…

Metin KOÇER

19 Nisan 2013 Cuma

ÖĞRETMENLER AZ ÇALIŞIYOR!


Başbakan Erdoğan geçen yaz sorulan bir soru üzerine: ‘Diğer memurlar 40 saat çalışırken öğretmen 15 saat çalışıyor, aynı maaşı vermek haksızlık olur.’ demişti de bunun üzerine sendikalar ve eğitim basını sözler söylemişti hatırladınız mı? Sahi 15 saat çalışma işi ne oldu? Eğitim camiası olarak ‘Doğru aslında, Sayın Başbakanımız haklı, 15 saat çalışıyoruz, hizmetliden az kazanmamız normal’ düşüncesini benimsedik mi?
Dikkat ederseniz yukarıda sendikalar ve eğitim siteleri ‘sözler söylemişti’ yazdım. Tepki gösterdiler yazamadım. Sendikaların ve hatta basının tepki gösterecek gücü ve güveni mi kaldı?

Ek ders aldıkları gerekçesiyle ek ödeme alamayan ve işin trajikomik yanı birçoğu ek ders de alamayan öğretmenlerin sahibi kim olacak? Aslında bu sorudan önce şunu netleştirmek lazım: öğretmenler neden maaş karşılığı 15 ila 18 saat arasında derse girerler? Bunu sağlamak için yürüyüşler, eylemler mi yapılmıştır?

Bu konu yazıla yazıla bıkkınlık getirdi ama yazmaktan başka eğitimcinin ne gücü var ki?

Ey eğitimcilerin halinden anlamayan yetkililer! Eğitim beyin işidir. Beyni çalışan insanın vücudu uranyum sarf eder, beyniyle iş yapan bir insan vücuduyla çalışandan daha çok yıpranır. Asıl gerekçe bu da değil. Bir öğretmen derse girmeden önce hem yıllarca eğitim alarak emek ve para harcamıştır hem de kısa vadede o ders için en az 3-5 saat mesai harcamaktadır.

Herhangi bir memur gibi dosyayı kapatıp ertesi gün kaldığı yerden devam edemez öğretmen. Evde doküman hazırlar, ödev konusu belirler, yazılı sorusu hazırlar, sonuçlarını değerlendirir, kişisel dosyalar ve burada sayamayacağımız yüzlerce iş.


Fabrikanın birinde önemli bir makine arızalanmış. Oradaki mühendisler sorunun kaynağını bulamamışlar. Bir başka şehirden bir mühendis bulup telefonda konuşmuşlar. Mühendis: ‘1000 dolar ve yol masrafı alırım.’ demiş. Kabul edip çağırmışlar. Makinenin başına geçen mühendis, tornavidayla bir vida sıkmış ve: ‘çalıştırın.’ demiş. Makine çalışınca fabrika sahibi: ‘Bir vida sıkmak için 1000 dolar çok değil mi mühendis bey.’ demiş. Mühendis: ‘Sıktığım vida için sizden para almadım, 1000 doları hangi vidayı sıkmam gerektiğini bildiğim için aldım.’ demiş.


Bugünlerde Kamu Personeli Danışma Kurulu Toplantısı yapıldı. Birçok konu görüşüldü. Öğretmene ek ödeme verilmesi konusu yeteri kadar gündeme gelmedi mi ben mi kaçırdım?
Metin KOÇER

17 Nisan 2013 Çarşamba

BÜYÜK İLLER KÜÇÜK İLLERE KARŞI


Bakanlık merkez teşkilatında sessizlik sürüyor, ancak bu sessizlik hiçbir şey olmuyor anlamına gelmez. Özellikle müsteşarlık koltuğu en çok konuşulan mevzu şu aralar merkez binada. Muhammed Emin Zararsızın bu ayın sonuna kadar görevden ayrılacağına kesin gözüyle bakılıyor. Daha önce müsteşarlık koltuğu için İbrahim Er’in düşünüldüğünü buradan yazmıştık. Haberimizi inkar etmiyoruz ama duyumlarımıza göre İbrahim Er bu göreve talip olmaktan vaz geçmiş. Bu makamla ilgili birçok hatırlı kişinin adının geçmesine rağmen Başbakan Erdoğan’ın aktif birini bu göreve getirmek istediği, halen aradığı nitelikte bir aday bulamadığı konuşuluyor. Her ne olursa olsun müsteşarın bu ay sonuna kadar değişeceği konusuna kesin gözüyle bakılıyor.

Rotasyon konusunda da ilginç gelişmeler yaşanmaya devam ediyor. Ankara, İzmir, İstanbul ve Bursa gibi büyük illerin müdürleri ve bu illere bağlı ilçelerin müdürleri rotasyon karşıtı şiddetli bir kulis içindeler. Küçük illerden gelebilecek yöneticilerin büyük illerin sokaklarını bile bilemeyeceği gibi yer yer aşağılayıcı tutumlarla büyük illerdeki pozisyonlarını korumaya çalışan büyük illerin ‘seçkin’ müdürlerinin dediklerini yapıp yapamayacaklarını zaman gösterecek.

Bakanlıkta konuşulan bir başka konu da şu ki: Sayın Avcı eski bazı bürokratları yeniden göreve getirmek istiyormuş ama parti yetkilileri buna sıcak bakmıyormuş.

Tüm bunların zıddı olarak şu da söyleniyor: Müsteşar Bey 1999 yılında çıkarılan yönetmelikten daha katı bir yönetmelik hazırlayıp Bakanlık Makamına sunmuş ve sürpriz bir şekilde bu yönetmelik de yakında yayınlanabilir.

Sayın Avcı ise tüm bu gelişmelere mesafeli duruyor. Göreve geldiğinde brifing aldığı genel müdürlerinden birçoğuyla sonradan görüşme dahi yapmayan Avcı özel kalemin daha önce planladığı program dahilinde rutin şekilde gezi, ziyaret ve incelemelerine devam ediyor.

Müsteşar Bey’in kendisi aleyhinde kulis yaptığını düşündüğü büyük illerin müdürlerine kırgın olduğu ve giderayak yönetmeliği yayınlatmaya çalışacağı tahmin ediliyor.

Bakanlık merkez teşkilatında yapılan değerlendirmelerde görevlendirilen il müdürlerinden birçoğunun başarısız olduğu genel kanaat durumunda.

Kısaca Bakanlık merkez binasında belki sessizlik var ama bu yeni gelişmelerin olmayacağı anlamına gelmez.
Metin KOÇER

14 Nisan 2013 Pazar

OKUL YÖNETİCİLERİ ÇARESİZLİK İÇİNDELER


Milli Eğitim Bakanlığı Ömer Dinçer döneminde okulların aldıkları aidat ve bağışlara kafayı takmıştı hatırlarsınız. Önce bir yazı geldi ve kayıt döneminde gönüllü de olsa bağış alınmaması ve diploma parası alınmaması konusunda okul yönetimlerine emir verildi.

Daha sonra bir yazı daha geldi ve okullara hiçbir şekilde aidat alınmaması konusunda okul müdürleri uyarıldı.

Bunlar yapılırken okulların ihtiyaçlarının nasıl karşılanacağı konusu açıklığa kavuşturulamadı. Okullar kaderine terk edildi. Okulların işleyişini bilmeyen bir zihniyet: “bakım onarım zaten karşılanıyor, hizmetli sorunu da çözümlendi, okulların paraya ne ihtiyacı olacak?” diyebilir. Ancak okul idaresini bilenler teslim edeceklerdir ki okulların hesap dışı sayısız gideri vardır.

Kırılan cam, çerçeve, kapı kolu vb. küçük imalatlar için yapılan harcamalar; öğrencilerin gezi- inceleme giderleri, başarı gösteren öğrencilere alınacak hediyelerin maliyetleri, bahçe bakımı için alınan malzeme giderleri, temizlik malzemeleri giderleri, küçük kalorifer arıza giderleri, su tesisatı ve musluk giderleri, fotokopi sarf malzemeleri ve kağıt giderleri vs. vs. vs. daha birçok harcama ödenek dışı ve ihalesiz hem de derhal yapılmalıdır. Bu tür harcamalar okul aile birliği tarafından yürütülmelidir.

Okul- aile birliğine aidat ve bağış toplanamayacaksa bu giderler nasıl karşılanacaktır? Okul müdürleri para toplama meraklısı mıdır?

Yapılacak şey basit ve bellidir:

1-      Geçen yıllarda yaşanan hizmetli sorunu hizmet alımı yoluyla çözüldü ve şu anda %90 başarıyla hizmetli sorunu yaşanmamaktadır.

2-      Geçtiğimiz dönem karne gönderilmesi yerine karne parası gönderildi. Destek Hizmetleri Genel Müdürlüğü öğrenci sayısına göre okullara para aktardı ve bu konu çok kolay ve hızlı şekilde çözüldü.

3-      Okul- aile birliklerine öğrenci sayısına göre para aktarılmalıdır. Örneğin öğrenci başına her dönem için gönderilecek 30 TL bu tartışmaların tamamını tarihe gömer. Bu uygulama en çok okul yöneticilerini rahatlatacaktır.

Bu işi fazla uzatmadan çözmek gereklidir. Okul müdürleri şu an için çaresizlik içerisindedirler.

Bu konu şu an gündemde değilse bu, konunun önemsizliğinden değil; Milli Eğitim Bakanlığının her saat değişen dalgalı gündem trafiğindendir.


( Buradan okul yöneticilerine bir tavsiyede bulunmak istiyorum: Madem okul aile birliklerine para toplamanız engelleniyor, bir musluk contası için bile resmi yazıyla para talep edin. Küçük de olsa problemleri kendiniz çözmeye çalışmayın. Yazın yukarı bilsinler durumun vahametini. )
 
 
Metin KOÇER

SBS kaldırılacak mı ?


“Eğitimcilerin kafasını allak bullak eden ve neredeyse ‘ne yaptığını bilmeyen’ bir duruma gelen MEB, en azından mevcut iyi şeylere zarar vermesin.”
SBS’nin kaldırılıp kaldırılmayacağı, kaldırılacaksa ne zaman kaldırılacağı, yerine ne geleceği, hangi tip okullara ne şekilde öğrenci alınacağı soruları hala cevapsız şekilde ortada duruyor.
Peki, SBS gerçekten kaldırılmalı mı? Daha doğrusu ‘SBS kaldırılacak.’ Sözü neden ve nereden çıktı? Öğrencileri küçük yaşta sınav cenderesinden kurtarmayı amaçlayan ve dershane ihtiyacını ortadan kaldırmayı hedefleyen bir düşünce alt yapısıyla SBS’nin kaldırılması gündeme geldi.
Bu konu derhal netleşmeli ve insanların geleceğe bakışları belirsizlikten kurtarılmalıdır. Çünkü;
1- Mevcut SBS sistemi kimsenin itiraz etmediği, adil, tarafsız ve olabilenin en iyisidir.
2- Söylenenlere bakılırsa il sınırları dahilinde ve kurumsal bazda sınav yapılması gündemde ki bu arzu edildiği gibi dershane ihtiyacını ortadan kaldırmaz bilakis daha da körükler.
3- Öğrencileri il sınırlarına hapsetmek kesinlikle adaletten uzak bir anlayıştır. Zaten mevcut durumda ailesinin bulunduğu il dışında eğitim gören lise öğrencisi toplam %3 civarındadır ki bu çocuklar emsallerine göre başarılı ve ülkemizin geleceğinde söz sahibi olabilecek vasıflara sahip öğrencilerdir. Bu öğrencilerin önünün tıkanmaması gerekir. Şırnak’taki bir öğrenciyi Şırnak’a; Artvin’deki bir öğrenciyi Artvin’e hapsetmek büyük adaletsizlik olur. Hakkari’deki başarılı bir öğrencinin Ankara Fen Lisesinde eğitim görme imkan ve fırsatını elinden almamak gerekir.
4- Okulları herhangi bir devlet kurumu olarak görmek hiç kimse kusura bakmasın- eğitimden zerre kadar anlamayan ve okulları tanımayan bir üst yönetimin çarpık bakışıdır. Okullar kimliği, kültürü, birikimi olan canlı organizmalardır. Oluşmuş bir okul kültürünü birden bire ortadan kaldırmak büyük bir yıkım olacaktır.
5- Şunu açık olarak ifade etmek lazımdır ki Milli Eğitimin çok önemli kurumsal yapılarıyla ilgili; bu kadar pervasız, alt yapısız, bilinçsiz ve acele kararlar almak ancak muz cumhuriyetlerinde olur. Milli Eğitim Bakanlığı deneme tahtası değildir. Her hafta mevzuatı değişen, sürekli okul türü ve yapısı değişen bir Bakanlıktan süreklilik ve verimlilik beklemek büyük bir hayaldir.
Eğitimcilere danışmadan bir gecede yönetmelik çıkarıp öğrenci kıyafetini serbest bırakan ve birkaç ay sonra ‘bu yanlış olabilir, tekrar tek tip kıyafete geçebiliriz’ diyebilen bir yönetim anlayışı bizi nereye götürüyor?
Metin Koçer